14 Kasım 2013 Perşembe

Real Madrid: 103 - Anadolu Efes: 57 (Bi' 50'lik Efes)

Euroleague'in görece en kötü grubunda, liderle hemen arkasında seyreden takımı karşı karşıya getiren bir kaşılaşma olmalıydı bu normalde.

Esasında maç öncesinde, ne kadar kulüp cephesinden aksini göstermeye çalışan açıklamalar olsa da, maçın Efes adına fazlasıyla kötü geçme ihtimali herkes için mantıklı bir senaryonun girizgahıydı muhtemelen. Efes'in hayalet oyunu, Madrid'in ısınmaya harcadığı dönemle sansürlenmiş gibiydi başlarda. Sonrasında Efes (Mahmuti) ve rakipleri için demode ve artık fazlasıyla tahmin edilebilir olan fizikli kısaların alçak post hücumu hamlesini tokatlayıp savuşturan Pablo Laso, Sergio Rodriguez hamlesiyle de maçı daha ilk çeyrekten kendi lehine geri dönüşü olmayan bir ivmeyle çevirmişti bile (buraya pokerde el bitiren ve hasılatı kazandıran bir hamle benzetmesi gelebilirdi aslında, keşke pokerle aram iyi olsaydı). Evet, Efes'i dağıtmak bu kadar kolaydı.

Efes konusunda fazla derine değinmek korkutucu, insanda bi' konuyu toparlayamama tedirginliği yaratıyor. Nitekim sezonun fazla baş ağrıtacağı, daha ilk resmi maç olan Galatasaray karşılaşmasının akabindeki 1 saatlik takım toplantısından belliydi açıkçası. İşin yönetim boyutu artık ayyuka çıktı diye düşünüyorum. Yönetim yağında istemsizce kavrulma durumundaki koç Oktay Mahmuti'nin tavırları ve açıklamaları takımın mental seviyesiyle ilgili ufak ipuçları veriyor.

Kadro mühendisliğinde senelerdir sınıfta kalan Efes'in bir şekilde 'çift dikiş' kavramını fazla fazla genişletmesi de söz konusu. Esas 'ölü yatırım'ların, doğru olarak adlandırılan transfer ve oyuncu maaşlarında olduğunun fark edilmesi bu kadar uzun sürmemeli esasında (bu konuda Scotty Hopson'ı ayrı tutmak gerek sanırım, fiyat/performans skalasında Efes'in son 10 yılda falan gördüğü en iyi hamle olabilir, scout ekibine naçizane tebrik). Alınan gereksiz şişkin kontratların birçoğundan çıkma amacı da pek tabii 'ileriye dönük' planların bir parçası olsa gerek.

Coaching meselesinde de işler pek parlak değil esasında. Bir Ceyhun-Alex, bir Sergen-Tümer çıkmazı olmasa da "Jamon-Planinic beraber oynar mı?" sorusu, gittikçe daha gür dile getirilir durumda. İşin kötü yanı Oktay Mahmuti'nin Jamon ısrarı, hatta önyargısı hiç değişmeyecek. İki cambaz bir ipte oynamaz der atasözü, o hesap biraz. İkisi birbirinden rol çaldıkça takımı içten içe yemeye devam edecek bu sorun.

5 numaradaki kangren de gittikçe büyüyor. Arkasına teneke bağlamak için fırsat kovalanan Stanko Barac o kadar çok göz oyalayabiliyor ki, Semih Erden'in yetenekelerine ihaneti fazla gözden kaçıyor. 'Gününde bir Semih Erden' performans gösterecek diye, nice maçlar heba ediliyor. Karakteri ve mental eşiği ise zaten fazlasıyla ortada. Stanko Barac'ın son Baskonia senesini çok kolay yutmak da tam son dönem Efes işiydi. İstanbul semalarında kaybettiği özgüveni ve bunun getirdiği performans düşüklüğünü bir daha toparlaması ufak çapta mucize gerektiriyor. Bu iki bilinmezin arkasında nadir süreler alması için bench'e hapsedilen Emircan Koşut'la da başlanabilir diğer paragrafa.

Malum, Efes'in oyuncu yetiştirme anlayışı ve Pertevniyal. En son çıkan oyuncu da bildiğimiz üzere Cenk Akyol. Onun ardından gelenler bir şekilde o kuvvetli girdapta kaybolup, farklı bir yere savruldular. Son olarak; oyuncu gelişimi için kurulan kulübün bir sezonda 3 yabancı kullanarak TB2L'den düşmesi var. Daha büyük mesele ise düştükten sonra tekrar bir 2. Lig takım hakkı satın alıp yine yabancı getirmek. Hele Emircan Koşut Pertevniyal'de Federasyon Kupası'nı muazzam oynamışken. Efes'te de oynayamıyor haliyle. Garip işler.

Özet geçmek gerekirse, giriş paragrafından devam edip bitiriyorum; bunun da bir maç yazısı olması gerekiyordu normalde.

0 yorum:

Yorum Gönder